"Dün gece rüyamda aşk mahallesinde bir ihtiyar gördüm. Bizim tarafa gel diye bana eliyle işaret etti...
" Vefatından kısa bir süre önce böyle diyordu Hz. Mevlânâ. Bütün evrene "aşk" gözüyle bakabilen bir insan ancak Allah'a vuslata erince aşk sözcükleri terennüm edebilir. Büyüklerin ölüme hazırlığı da özgül ağırlıklarınca büyük oluyormuş. "Artık yetişir. Bir şeylerden bahsetme. Çünkü ben kendimde değilim!" Doğruydu. Hayatın son, ölümün ise ilk basamağında olan kendinde olmaz ki. Kendinde olsa, o olamaz ki!
Aslında bütün çevresi onun yıllardır manevi bir sarhoşluk hâlinde olduğunun farkındaydı. Bütün manevi yürüyüşün doruğuna ulaştığını görmüştü herkes. O aşkın verdiği çılgınlığa esir olmuştu. Gittiğiyle iyiydi. Çünkü O'na hiç ihanet etmemişti.
MEVLÂNÂ İKSİRİ BULMUŞTU
İşte şu anda duyduğu bütün acılar, dünyanın kendisine vurabileceği son darbelerdi. Daha ötesinde ne vardı ki! Daha ona kim ne yapabilirdi ki! Bu sükûtu ve sükûnu unutmuş yürek, kapısını aralayan oğluna sesleniyordu:
"Git, başını yastığına koy. Beni yalnız bırak. Geceleri dolaşıp duran yanmış yakılmış bu hastadan vazgeç. Biz geceleri yapayalnız, sabahlara kadar sevda dalgaları arasında çırpınıp dururuz. Biz gam köşesinde gözyaşları dökerek inlemekteyiz."
Bu yazıma Kuran'dan ve Hz. Peygamber'den (SAV) sevgi ve aşk derleyen Hz. Mevlânâ'nın çağrısıyla girmek istedim. Bu iki duyguya ne kadar muhtacız bugün. Dünyanın tümüne sevgi ve aşk duyguları hâkim olsun dilerim önümüzdeki zamanlarda. Kinin, nefretin, egoizmin, bedbinliğin, bencilliğin, şehvetperestliğin ve bütün manevi kirlerin tümünün üstesinden gelebilecek tek iksir bu olsa gerek. Mevlânâ bu iksiri bulmuştu.
Bazımız Hz. Peygamber'e (SAV) bakarken yetim ve öksüz olan Abdullah'ın oğlunu gördük. Bazımız Uhud'da dişi kırılan yaralı Resul'ü gördük. Bazımız torunlarını sırtına yüklemiş bir sevecen dedeyi gördük. Bazımız sadece görmek istediğimizi gördük. Bazımız bunların sadece bir kısmını gördük. Bazımız ise hiçbir şey göremedik.